Dur, Yavaşla, Sakin Ol! 

Dur, Yavaşla, Sakin Ol! 

“Acelem var uçağa yetişmem lazım!”, “Geç kaldım, sonra bakarım.”, “İşim biterse yarım saatliğine uğrarım.”, “Hızlı ye, zamanında orada olamayacağız.”…

Hayatımızda en sık kullandığımız ifadelerin içinde hep bir yerlere, bir şeylere yetişme çabası var.  Gün batımının eşsiz güzelliğini izlemek yerine doğmayan yarınların planını yapıyor, çiseleyen yağmurun dinginliğine kapılmak yerine güneşli günlerde neler yapacağımızı konuşuyoruz.

Aslında biz, hep zamanın ötesine ulaşmaya çalışıyoruz. Belki kendimiz için belki sevdiklerimiz için canla başla uğraşıyoruz, üretiyoruz, geliştiriyoruz, 24 saatin içine hep daha fazlasını, daha da fazlasını sığdırmaya çalışıyoruz.

Yaşadığımız her anın biricik olduğunu unutuyor, bir sonraki ana son süratle koşmaya başlıyoruz. Ne yediğimiz yemeğin tadını çıkarıyor ne de hayatın bize sunduğu iyilikleri fark ediyoruz.

Sanki, sonu görünmeyen bir maratonun içindeyiz.

Ama istikrarlıyız, bu tavrımızdan asla ödün vermiyoruz, çok da vazgeçecek gibi durmuyoruz.

Mesela, hiç görmediğiniz bir şehrin ziyaretçisi olduğumuzu düşünelim. Çok kısa bir sürede o şehrin; yemek kültürünü, sanatını, geleneklerini, sosyal hayatını, tarihini… Kısaca her şeyini hızlıca keşfetmek isteriz.

Peki neden, her şeyin tadına bakmak yerine aza, öz olana odaklanıp daha fazla keyif almayı denemiyoruz?

Dilerseniz düşünmekle kalmayalım bizzat yaşayalım.

Yorgunluğun sancısını zihninde ve bedeninde hissettiğiniz bir zamanda kalkıp hazırlandınız, her şeyi geride bırakıp bambaşka bir coğrafyaya doğru yol aldınız.

Dünya çapında şefleri ile Fransa’nın gastronomi başkentine, Lyon’a geldiniz. Gelir gelmez de sabırsızlığın itici gücüyle şehrinen güzel yerlerinden biri olan Vieux Lyonile keşif maratonunu başlattınız.

Saint Jean, Saint George ve Saint Paul olmak üzere üç ana merkezden oluşan bu bölgenin minik meydanlarını, eski binalarını, tünellerini hızlı adımlarla dolaştınız. “Katedralleri, müzeleri ve kiliseleri gezmeden olmaz, güzel fotoğraflar çekmeden de gezi sonlandırılmaz.” dediniz. Hemen, Eski Lyon’u tepeden görmek için Saint Paul Garı’nın yanındaki Montée Saint-Barthélémy yokuşunu tırmandınız. Yolculuğun ritmini düşürmeden Lyon’u oldukça özgün kılan ünlü freskleri görmek için Hotêl de Ville Bölgesine geldiniz. Kıyılara köşelere saklanmış hoş mekanları, kahvecileri ve butikleri göz ucuyla bakarak geçtiniz. “Ne de olsa bir Fransız şehrindeyim, birkaç mağazaya bakmadan geri dönülmez.” diyerek yolculuğun temposunu biraz daha arttırdınız. Rue de la President Caddesi üzerinden Bellecour Meydanı’na alışveriş yapmak için yürüdünüz.

Gelişmiş mutfak kültürü, Michelin yıldızlı restoranları, ‘bouchon’ları ve yetiştirdiği Paul Bocuse gibi efsanevi şefleriyle konuklarını ziyafete davet eden, Rhone ve Saone Nehirlerinin arasına kurulmuş bu şehirde, yeni ve yerel tatlar denemek için eski ve yöresel yemeklerin sunulduğu bir restorana girdiniz. Pralinli çörekler, andouillette, Norman istiridyeleri ve breton galette, quenelle, rosette de Lyon, coq au vin…Sanki zamanla yarışıyormuş gibi onlarca efsanevi lezzeti soluk soluğa tükettiniz.

Bu kadar hız, artık baş döndürücü bir boyuta ulaştı, şimdi eve dönme zamanı.

Artık durun, yavaşlayın, hayatın size sunduğu tüm güzellikleri hızlı tüketmek yerine, doya doya yaşayın.  “Zaman az, daha yapacak çok şey var” mottosunu rafa kaldırın.

Hepimiz için umut var, hayat stilimizi değiştirmek için geç kalmış değiliz. Hızlı tüketime karşı hayatı yavaş yavaş, doya doya yaşayan insanlar, o güzel atlara binip gitmediler.

Hala hayatın içindeler, Chefs & Jars’ta bir kavanozun etrafında birleştiler.

Nur Aydoğdu

No Comments

Post A Comment

2  +  7  =  

Sohbeti başlat
Merhaba nasıl yardımcı olabiliriz?
Merhaba size nasıl yardımcı olabiliriz?